Hamd, insanı en güzel biçimde yaratıp günah işlemeye ve hata yapmaya meyilli olan kullarına tövbe, bağışlanma ve affetme yolunu gösteren Tevvab, Ğafûr, Ğaffar ve Afuvv olan Allah’adır.
Salât ve selam Allah’a hakkıyla nasıl tövbe edip O’ndan bağışlanma dileme yollarını bizlere gösteren rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’e(s.a.v.), O’nun ehl-i beytine, ashabına ve O’na tabi olanların üzerine olsun.
Allah(c.c.), insanı yoktan var etti. Varlığından, Peygamberlere indirdiği vahiyle haberdar etti. İnsanın benliğine iyilik ve kötülük yapacak yeti verdi. İnsan, bu yetiler sebebiyle ya iyiliğin, hayrın yolunu veya kötülüğün, şerrin yolunu seçer, Hayatını, seçtiği yola göre sürdürür. İyilik ve hayrın yolunu seçip hayatını ona göre idame eden kurtuluşa erer. Ama kötülük yolunu seçen ve ona göre hayatını sürdüren ise hüsrana uğrar. Allah(c.c.), rahmetinin bir tecellisi olarak, hata ve günah işleyen kullarını affedip bağışlanmak için onlara yollar gösterip fırsatlar tanımıştır. Bu yollardan ve fırsattan birisi de “Tövbe ve İstiğfar”dır.
Allah’a(c.c.) tövbe etmek ve O’ndan istiğfar dilemek dinimiz İslam’ın önem verdiği farz olan bir ibadettir. Tövbe, kelimesi sözlükte “pişmanlık, dönme, nedâmet” anlamına gelmektedir. İslâmî bir kavram olarak, “Kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup, onları terk ederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak bağışlanmasını dilemesi” demektir. (Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, “Tövbe” mad., sh. 657, Ankara, 2006) İstiğfar, kelimesi sözlükte “örtmek, örtbas etmek” anlamına gelmektedir. İslâmî bir kavram olarak, “Hata ve günahların Allah tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları artırmaya çalışması, günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi” demektir. (Komisyon, age, “İstiğfar” mad., sh. 332)
Hz. Âdem ve Havva; İlk Emir, İlk Günah, Tövbe ve İstiğfar
İlk insan olan Hz. Âdem yaratıldıktan sonra eşi Hz. Havva ile beraber cennette yerleştirildiler. Cennetin tüm nimetleri onların emrine verildi. Ama oradaki bir ağaçtan yememeleri kendilerine emredildi. Şeytanın aldatıcı vesvesesi sonucu yasaklanan ağaçtan yediler ve bu davranışları sonucu emre itaatsizlik meydana getirdiler. Allah’ın emrine karşı gelme anlamı taşıyan bu olumsuz davranışın affedilip bağışlanması için Hz. Âdem ve Hz. Havva pişmanlıkla bir arayış içine girdiler. Bu arayış neticesinde tövbe ve istiğfar yolu Allah tarafından onlara bildirilip gösterildi. Nitekim Allah bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz. dedik.” (Bakara, 2/35); “Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı.”; (Bakara, 2/ 36); “Böylece (şeytan) ikisini de hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi.” (A’râf, 7/22) “Biz daha önce Âdem’den söz almıştık. Fakat o sözünü unuttu. Biz onda (hatasını sürdürmede) bir kararlılık görmedik.” (Tâ-hâ, 20/115); “Bunun üzerine Âdem’e rabbinden bazı sözler ulaştı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır.” (Bakara, 2/37); “Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” (A’râf, 7/23)
Kur’an-ı Kerim’de Tövbe ve İstiğfar
İnsanoğlu hata ve günah işlemeye meyilli olan bir varlıktır. Onun apaçık düşmanı olan şeytan her zaman onunla uğraşıp onu Allah’a(c.c.) karşı itaatsizliğe ve isyana götürmek içi çalışmaktadır. Allah(c.c.), bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “İblîs dedi ki: Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (A’râf, 7/16); “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.”(A’râf, 7/17) Buna karşılık rabbimiz şeytanın bizim apaçık düşmanımız olduğunu ve onun ardında gidilmemesi gerektiği hakkında bizi uyararak yol göstermektedir. Allah(c.c.), bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.” (A’râf, 7/27); “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” (Nûr, 24/21)
Allah’ın rahmeti ve mağfireti geniş ve sonsuzdur. Şeytanın aldatıcı vesveselerine aldanarak Allah’a karşı günah işleyen ve hata yapan kullarının umutsuzluk ve çaresizlik, isyan ve itaatsizlik içine girmemesi; bilakis kendisine çeki düzen verip kendisini yaratan, akıl, gönül ve iyi ile kötüyü ayırt etme melekesini veren Allah’ın(c.c.) rahmet ve mağfiretine sığınması gerekir. Bu konuda Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz” (Nûr, 24/31); “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin…” (Hûd, 11/3); “Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 3/89); “Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mâide, 5/39) ; “De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53)
Allah’a(c.c.) karşı günah işleyip hata yapan ve Allah’tan(c.c.) bağışlanma ve af isteyen kulun, tövbe ederken, kalbinin derinliğinden pişmanlık duygusunu hissederek, samimi ve ihlâslı bir niyet ve duygu içinde olması gerekir. Samimi ve ihlâslı yapılan tövbe ve istiğfarın insana manevi açıdan fayda sağlar. Tevvab ve Ğafur olan Rabbim bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.” (Tahrîm, 66/8)ᅠ
Allah, kendisine karşı işlenen suçlar, günahlar ve hatalardan dilediğini affeder; dilediğini affetmez. Ama affetmediği tek günah kulun Allah’a şirk koşması yani O’na ibadet ederken niyetinde başka varlıkların rızasını kazanma hevesi içinde olmasıdır. Mabudu’l-Hak olan Rabbimiz bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır.” (Nisâ, 4/116)
Sünnet-i Seniyyede Tevbe ve İstiğfar
Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) insanın günahkâr olduğu ve bu durumuna karşılık Allah’a tövbe edip O’ndan mağfiret dilemesi gerektiği, genel olarak tüm insanlığa, özel olarak da biz ümmetine ifade etmiştir. Nitekim bu konuda hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30) “Ey insanlar, Allah’a tövbe edip O’ndan (günah ve hatalarınız için) bağışlanma dileyin. Ben günde yüz kere (Allah’a) tövbe ediyorum.” (Müslim, Zikir, 42); “Allah-u Teâlâ, gündüz günah işleyenlerin tövbe etmesi için gece mağfiret elini uzatır. Gece günah işleyenlerin tövbe etmesi için de gündüz mağfiret elini uzatır. Güneş batıdan doğuncaya(kıyamet kopuncaya) kadar bu durum böyle devam eder.” (Müslim, Tövbe, 31)
Tevbe ve İstiğfar Adabı
İslam âlimleri Kur’an ve sünnet çerçevesinde, Allah’a tevbe edip ve istiğfarda bulunulurken kulun dikkat etmesi gereken bazı şart ve adaplar olduğunu ifade edip ortaya koymuşlar. Bu şartları şu şekilde ifade edebiliriz:
1. İşlediği günahtan dolayı pişmanlık duygusu içinde olmak: Nedâmet/pişmanlık halinde bulunan kişi tövbeye konu olan günahı terkeder ve bir daha işlememeye karar verir. Hz. Peygamber(s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Pişmanlık duymak tövbenin kendisidir” (Müsned, I, 422-423, 433; İbn Mâce, “Zühd”, 30).
2. İşlediği günahı kesin olarak terk edip hemen arkasından tövbe etmesi: Kul Rabbine karşı işlediği günahı ve yaptığı hatayı terk etmek için gayret sarf etmesi ve hemen arkasından tövbe etmesi gerekir. Allah(c.c.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden pişmanlık getirenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/17)
3. İşlediği günahı bir daha işlememeye kesin karar vermek
4. Tövbenin ye’s halinde yani ölümün sekarâtı halinde olmaması: Günah işleyip hata yapan kulun tövbe edeceği zaman ölümle yüzyüze geldiği ve dünyayla bağlantısının kesileceği an olmaması gerekir. Nitekim Allah(c.c.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çattığında “Ben şimdi tövbe ettim” diyenlerle kâfir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ,4/18) Hz. Peygamber bu hususta şöyle buyurmuştur: “Bir kul can çekişmeye başlamadıkça, Allah Teâlâ onun tövbesi kabul eder.” (Tirmizî, Deavât, 98)
5. Eğer işlenen günah ve hatada kul hakkı olacak bir durum varsa, bu üç şartla beraber, hak sahibinin hakkını ödenmesi ve ondan helallik dilemesi gerekir. Çünkü kul hakkını Allah(c.c.) tarafından affedilmeyip mağdur olan kuldan helallik dilemesiyle bağışlanır.
Sonuç olarak, Allah’a(c.c.) karşı günah işleyip hata yapan kulun, pişmanlık içerisinde Allah’ın(c.c.) rızasını, rahmetini ve affını dileyecek yol ve yöntem bulmak için bir arayış içine girmek farz olan bir ibadettir. Farz olan bu ibadetin yerine getirilmesi, dinimiz İslam’ın ifade ettiği şekilde Allah’a(c.c.) yapılacak bir tövbe ve istiğfar ile mümkün olmaktadır. Biz kullara düşen hayatımız boyunca işlediğimiz günahlar için Allah’ın(c.c.) tevbe ve mağfiret kapısını çalıp ondan bağışlanma dilememiz salih bir amel olacaktır. Gelin, mağfiret ayı olan Ramazan’da ğafur ve tevvab olan Rabbimize ellerimizi açıp günahlarımızın bağışlanması için şöyle dua edelim,
Ey Rabbim! İşlediğimiz tüm günahlarımızı affeyle; bizi sevdiğin ve razı olduğun kullarının zümresine kat. Bizim canımızı Müslüman olarak al.
Ramazan’ın Mağfiret İkliminde
Bir Soru-Bir Cevap
Soru: Zekât nedir? Zekâ kimlere farzdır? Geçerli olmasının şartları nelerdir?
Cevap: Zekât ibadeti ile ilgili şartlar, zekâtın bir kimseye farz olmasının ve verilen zekâtın geçerli olmasının şartları şeklinde iki ayrı başlık altında ele alınır.
Bir kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin Müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması (Kâsânî, Bedâî’, II, 4-5) bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir. Artıcı olmaktan kastedilen, malın sahibine gelir, kâr, fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır. Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mal ya da servete sahip olduktan sonra üzerinden bir kameri yılın geçmesi ve yıl sonunda da nisap miktarını koruması gerekir (Kâsânî, Bedâî’, II, 13 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 73-74). Yıl içerisindeki artış ve düşüşlere itibar edilmez. Zekât bu süre dolmadan önce de verilebilir. (Kâsânî, Bedâî’, II, 15).
Zekâtın geçerli olmasının şartlarına gelince, öncelikle “niyet” şarttır. Zekât bir ibadet olduğu için niyetsiz yerine getirilemez (Kâsânî, Bedâî’, II, 40; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 88). Ayrıca fakire verilmesi ve teslimi demek olan “temlik” de şarttır (Kâsânî, Bedâî’, II, 39). Yemek hazırlayıp yedirmek gibi ibâha denilen yollarla fakire zekât verilmiş olmaz.
Kaynak: Fetvalar/Din İşleri Yüksek Kurulu, Anakara, 2018