Her şeyden önce bir doğruyu söylemeye kalkarken o doğrunun nitelik ve kalitesine bakmak gerekir. Doğrudur diye bir sözü pat diye ortaya atmak ne kadar doğrudur? Eğer doğru diye ortaya attığımız laf kırıcı, yıkıcı, kaos ve kavga ortamını yaratacaksa o doğrunun hiçbir anlamı ve kalitesi kalmaz, hatta kaş yapayım derken göz çıkarırsınız.
Söylenecek söz doğru bir söz olsa bile damara dokundurtmamak gerekir, aksi takdirde kin ve ayrılığa neden olduğu gibi husumet doğurur, belki de düşmanlığa sebebiyet verir. Bu nedenle her dediğiniz doğru olmalı, ama her yerde doğruyu söylemek ne kadar doğrudur, muhasebesini yaptıktan sonra konuşulmalıdır.
Konuşma ve davranışlarda mutlak doğruluk olmalıdır. Ancak doğru olarak gösterilen kıytırık ve bozguncu sözlere ise itibar edilmemelidir. Kısacası doğruluk sözde ve özde olmalıdır...
Başımdan geçen bir anekdotu anlatmak isterim size:
İdarecilik dönemimde bir güce bağlı olan bir grup, dönemin kaymakamını ziyaret etmeye gitmişlerdi. Kaymakam bey yeni göreve başlamış. O grup içerisinde bir kişi kaymakam bey'e daire amirleri hakkında güya bilgi vermeye kalkışmış, "Şu amir bizdendir, bu amir bizden değildir" diye. Benim ismimi de söylemiş, "Yazı işleri müdürü bizden değildir" diye . Söylediği doğruydu, ama orada söylemesinin amacı farklı idi. Nitekim içlerinden bir arkadaşları sonradan yanıma geldi, "müdürüm haberin olsun bir şey duyarsan o grup içerisinde ben söylemedim" diyince şaşırmadım.
Ben de, "olabilir söyleyebilirler, ama madem öyle, bana kim olduğunu söyle." Söylemedi, ama ima yoluyla kim olduğunu anladım tabii. Sonraki gelişmeleri anlatmama gerek yok... Bana arkadaşını jurnallayan kişi, güya dürüstlük adına bana gerçekleri söylemek istemiş. Öyle gibi görünüyordu..
Halbuki onların tümünün ciğerlerini biliyordum. Bana laf getirenin hesabı farklıydı. Beni ve o yandaş arkadaşlarını karşı karşıya getirmekti... Lüzumsuz olarak bir laf edip, velev ki doğru da olsa başkalarının günahına girmek, ahını almak, kalbini kırmak doğru değildir. Bu durum yalandan daha beter bir durumdur.
Konu aynı olsa da muhteviyatı farklı bir anıyı da Musa Anter'in ağzından dinleyelim:
"1972'de iki davam vardı. O davada Şerafettin Elçi ve benden başka kimse Türkçe bilmiyordu. Ve o ara Diyarbakır müftüsü Salih efendi tercüman olarak görevlendirilmiş. Dikkat ettim, Salih efendi Kürtçe ifade veren tüm fakir fukaraya koruyor, ifadelerini düzelterek tercüme ediyordu. Mehmet isminde ağır verem olan bir arkadaş ayağı kalkarak Kürtçe; devlete hükmet'e, mahkemeye hakaret edici sözler söyledi. Hakim, "ne diyor hocam" diye Salih efendi'ye sorunca, hoca şöyle tercüme etti, "efendim ben suçsuzum görüyorsun ağır verem hastasıyım. Çoluk çocuk sahibiyim. Yüksek mahkemeden rica ediyorum. Beni tahliye edin, çoluk çocuğumun arasında öleyim"
Bunun üzerine tahliye edildi. Sonra bizlere de tahliye olduk. 4-5 sene sonra hocayı gördük, yarı şaka, "hocam sen hem hocasın hem de yeminli katipsin, nasıl öyle söyledin?"
O da bize şeyh Sadiyê Şirazi'nin şu hikayesi ile cevap verdi.
"İran şahı ile Hint hükümdarı arasında harp çıkıyor. İran şahı Hint hükümdarını yenerek esir alıyor. Şah huzuruna çıkan hükümdara hakaretler yağdırarak, neden başından büyük işlere giriştiğini ve bu günü düşünmediğini der. Hint hükümdarı İran şahının söylediklerini kendisine tercüme ettiklerinde "Terbiyesizlik etme" der. "Biz harp ettik, elbette birimiz yenilecektik. Şimdi ben yenildim ve elinde esirinim. Küstahlığa lüzumu yok. Yapacağın ne varsa ardına koyma"
Aralarında bu konuşmaları tercüme eden iki tercümana İran şahı, Hint hükümdarının söylediklerine tercüme etmelerini söyler.
Birinci tercüman Hint hükümdarının sözlerini şöyle tercüme eder, "Efendim, ben sizin denğiniz olmadığımı biliyorum. Fakat etrafımdaki hain ve dalkavuklar beni kışkırttı, ben de bu küstahlığa kalkıştım, kusura bakma"
Bu sözler İran şahın'ın çok hoşuna gider ve Hint hükümdarını affeder. Bu arada diğer tercüman dayanamayıp atılır, "Efendim, Hint hükümdarı öyle söylemedi. Size hakaret ve küfürler yağdırdı" der.
Bunun üzerine İran şahı, "Hadi sen de! Onun yalanı senin doğrundan daha hayırlıdır. O bir hayat kurtarıyor, sen ise bir cinayete teşvik ediyorsun" diye tersler ve kovar.
Salih efendi şöyle devam eder, "İşte o davadaki tercümanlığım bu hikayedeki gibidir. Biliyorsun ki yeminime sadakatsizlik yapıyorum ama yaptığımı zannettiğim iyilikler bunun kefaretine ziyadesiyle yeter."
Ez cümle, "Laf ola kese savaşı laf ola kestire başı"