Zaman ve zamanın oluşturduğu an, gün, hafta, ay, yıllar ve asırlar Allah’ın insanoğluna verilen önemli bir nimettir. Allah, insanın dikkatini bu nimetin önemine çekmek için Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede zamanı ifade eden “asr, fecr, gece” gibi anlara yemin etmektedir. İnsanın da söz konusu bu değerli nimeti Allah’ın isteği şekilde değerlendirmesi gerekir. Çünkü ahirette mahşerde insana sorulacak sorulardan birisi de “vaktini nerede geçirdiği”dir. Bu sebeple mümin kıymetli bir nimet olan vaktinin değeri bilip Allah’ın rızasını kazandırıcı davranışlar içinde olmak için gayret sarf eder.
Vakit nimet olması açısından tek başına değerlidir. Fakat dinimiz İslam çeşitli sebeplerden dolayı bazı zamanlara özel bir önem vermiştir. Üç aylar olan Recep, Şa’bân ve Ramazân aylarda dinimizin önem verdiği anlardır. Bu sebeple Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dört halife ve daha sonraki dönemlerden günümüze kadar önem verilmiş olup manevi açıdan değerlendirilmesi gereken bir fırsat anları olarak görülmüştür. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) üç ayların başlangıcı olan Recep ayına girdiğinde şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını bize bereketli kıl, Ramazan ayına ulaştır.” (İbn Hanbel, Ahmet, Müsned, I, 259)
Üç aylar içinde Regaib, Miraç, Berat ve Kadir gecesi olmak üzere dört tane mübarek gece bulunmaktadır. Regaib gecesi, Recep ayının ilk perşembeyi cuma gününe bağlayan gece, Miraç gecesi, Recep ayının 27. gecesi, Berat gecesi Şaban ayının 15. gecesi olup Kadir gecesi Ramazan ayının 27. gecesidir. Bu mübarek geceler, biz müminlere verilmiş manevi ve arınma zaman dilimleridir. Bundan dolayı söz konusu anları büyük bir fırsat bilip ona göre değerlendirilmeliyiz.
Üç ayların ve mübarek gecelerin nasıl idrak ve ihya edilmesi önemlidir. Bu sebeple fazilet, rahmet ve bereketin bolca olduğu mübarek zamanları şu şekilde ihya ve idrak edebiliriz;
İbadetlerimizin Niteliğini Gözden Geçirmek: Allah, insanı kendisine ibadet etmek için yaratmıştır. Nitekim bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) İman edip salih amel işlemek için gayret sarf eden mümin, ibadetlerini Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyenin ifade ettiği “İhsan ve İhlas” şuuru içinde eda etmelidir. Günlük hayatın yoğunluğu içinde zaman zaman ibadetimizin söz konusu niteliğinde olumsuz olarak değişmeler olabilmektedir. Bu sebeple bu mübarek anları ibadetlerimizin niteliğini gözden geçirmemiz için bir fırsat olup değerlenmemiz gerekiyor.
Hayatımızın Muhasebesini Yapmak: Mümin, insanın başıboş yaratılmadığı, söylediği sözün ve yaptığı davranışın sevap veya günah olarak yazıldığı ve ahirette mahşer anında karşısına çıkacağının bilincindedir. Nefs-i emarenin ve şeytanın sağdan yaklaşması neticesinde yanlış davranışlarda bulunup hata yapabileceğinin şuurundadır. Bu sebeple her zaman kendisini muhasebeye çekmesi gerektiği gibi, özellikle bu mübarek zaman dilimlerinde geçirdiği yılı ve seneleri gözden geçirip “Allah için ne yaptığını, O’nun rızasını, rahmetini ve sevgisini kazanmak için neler yaptığını” kendisine sormalıdır. Bundan dolayı üç ayları ve mübarek geceleri iman, ibadet ve ahlak açısından kendisine çekidüzen vermek ve kulluğunun niteliğini ihsan boyutuyla ortaya koymak için bir başlangıç zamanı yapmalıdır. Tövbe ve Mağfiretle Allah’a Yönelinmelidir: Tövbe, samimi bir şekilde gönlün Allah’a yönelmesidir. Mağfiret, kalbin içten bir pişmanlıkla işlenilen günahlar için Allah’tan bağışlanma ve af dilemesidir. Dinimiz İslam kulun bilerek veya bilmeyerek işlediği günahları için Allah’tan bağışlanma ve af dilemesi gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim samimi bir şekilde Allah’a tövbe edilmesi hususunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir “Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah’a tövbe edin. Umulur ki rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrîm, 66/8); kurtuluşa ermek için tövbe edilmesi hususunda da şöyle buyrulmaktadır “Hepiniz topluca, (günahkarca davranışlardan dönüp) Allah’a tevbe ediniz (yönelin) ki, kurtuluşa (dünya ve ahiret mutluluğunu) eresiniz.” (24 Nûr 31) Âlemlere rahmet olarak tüm insanlığa gönderilen ve gelmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ümmetine tövbe etme ve mağfirette bulunması konusunda örnek olmuş be hususta da şöyle buyurmaktadır “Ey insanlar! Allah’a tövbe edin ve O’ndan bağışlanma dileyin, çünkü ben O’na günde yüz defa tövbe ederim.” (Müslim, Zikir, 42)Mümin, çeşitli sebeplerle zaman zaman nefsine yenilip günah işleyebilmektedir. İşlediği bu günahlara karşılık Allah’a tövbe edip günahları için Allah’tan bağışlanma dilemesi iyi bir davranış olacaktır. O her zaman tövbe ve mağfiret duygusu ve davranışı içinde olması gerektiği gibi özellikle üç aylarda ve mübarek gecelerde bunlara daha fazla önem vermelidir.
Allah’ı Çokça Zikretmek: Müminin, kendisini yaratan, yediren, içiren, barındıran, hastalandığında şifa veren çeşitli rızıklar ve nimetler bahşeden Allah’ı anması ve zikretmesi bir vefanın göstergesidir. Bu sebeple Müslüman, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak için her zaman O’nu zikretmesi ve anması iyi bir davranış olacağı gibi özellikle üç aylarda ve mübarek gecelerde bunlara daha fazla önem vermelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın zikredilmesi ve anılması hususunda şöyle buyurmaktadır “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzâb, 33/41) İlimle Meşgul Olmak: Dinimiz İslam’a göre ilim öğrenmek hem erkeğe hem de kadına farzdır. Mümin Allah’ı hakkıyla tanıyıp ona ibadet etmesi ve insanlara İslam’ın yolunu göstermek için bilgi sahibi olması gerekir. Nitekim bilen ile bilmeyenin bir olmadığı ve Allah’tan hakkıyla derin bir saygı içinde olanların âlimlerin olduğu hususunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/ 9) ; “ Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Fâtır, 35/28)Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ilim öğrenmenin fazileti, manevi halleri ve verdiği önemi Kays b. Kesîr anlatıyor: Medine’den bir adam Dımaşk’ta bulunan Ebu’d-Derdâ’nın yanına geldi. Ebu’d-Derdâ ona, “Kardeşim, seni buraya getiren nedir?” diye sordu. Adam, “Senin Resûlullah’tan (s.a.s) naklettiğini öğrendiğim bir hadis.” cevabını verdi… Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ dedi ki, “Resûlullah’ı (s.a.s) şöyle derken işittim: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizî, İlim, 19)
Peygamber Efendimize (s.a.s.) Salât ve Selam Getirmek: Hz. Peygamber Efendimize (s.a.s) salât ve selâm getirmek müminin O’na (s.a.s.) bir vefa göstergesidir. Aynı zamanda Efendimize(s.a.s) ahirette en yakın olmaya vesiledir. Salâvat ve selamın getirilmesi hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin.” (Ahzâb, 33/56)Hadis-i şeriflere baktığımızda Hz. Peygamber Efendimize (s.a.s.) salât ve selâm getirmenin faziletli ve salih bir amel olduğunu görmekteyiz. Nitekim Abdullah b. Mes’ud (r.a.) salât ve selâm getirmek mümini, Hz. Peygamber Efendimize (s.a.s) manen yaklaştırdığını hususunda Resulullah’ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavât getirendir.” (Tirmizî, Vitr, 21). Hz. Ali b. Ebû Tâlib’in (r.a.) naklettiğine göre, Resûlullah’ın (s.a.s.) ismi anıldığı zaman kendisine salât ve selâm getirmeyen kişinin manen cimrilik yaptığı hususunda Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şöyle buyurmuştur “Cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavât getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Deavât, 100). Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah’a (s.a.s.) salât ve selâm getirmeni Allah’ın rahmetine vesile olduğu hususunda Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şöyle buyurmuştur “Bana bir kez salavât getirene Allah on kez salavât getirir (rahmet eyler).”(Müslim, Salât, 70)
Nafile İbadetlerle Meşgul Olmak: Mümin, ibadet etme açısında ilk olarak beş vakit namaz, zekât, oruç ve hac gibi farz ibadetlerden sorumludur. Farz ibadetlerini eda etmek suretiyle Allah’a manen yaklaşmaktadır. Farz ibadetlerin dışında kalan ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bize sünnet olarak bıraktığı nafile ibadetler dinimiz önem vermiştir. Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s) farz ve nafile ibadetlerin fazileti ve önemi hakkında şöyle buyurmuştur:“Allah şöyle buyurdu: “Kim benim bir velî kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım…” (Buhârî, Rikâk, 38)Farz namazların önce ve sonrasında kılınan namazlar, kuşluk namazı, evvâbin namazı, teheccüd namazı; pazartesi ve Perşembe günü oruçları, kameri ayların 13, 14, 15 inci günlerini oruçlu geçirmek; sadaka vermek gibi nafile ibadetleri hayatımızın günlük ibadet programı içine alıp eda etmemiz gerektiği özellikle üç ayların manevi ikliminde daha fazla önem vermek iyi bir amel olacaktır.
İhtiyaç Sahibi Kişileri Ziyaret Etmek ve İhtiyaçlarını Gidermek: Dinimiz yardımlaşma ve dayanışma önem vermektedir. Allah Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurmaktadır “Ey iman edenler!….iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın!” (Mâide, 5/2). Fakir, miskin ve yetimlerin tespit edilip hal hatırlarının sorulması ve ihtiyaçlarının gidermesi faziletli ve erdemli bir davranıştır. Müslüman, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu günlük hayatının ayrılmaz bir parçası haline getirmelidir. Özellikle üç ayların manevi ikliminde bu hususa daha fazla önem vermek salih bir amel olacaktır. Kur’an-ı Kerim, toplumda yaşayan ihtiyaç sahibi insanlara yardım edilmesini “İhsân/İyilikte Bulunma” kavramıyla ifade edip şöyle buyurmaktadır “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ, 4/36).Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Müslüman’ın aynı toplumda yaşayan ve ihtiyaç sahibi bir kardeşinin ihtiyacını gidermesinin büyük bir karşılığının olduğu hususunda şöyle buyurmaktadır “Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Netice olarak, mümin, Allah’ın kendisine verdiği manevi bir iklim olan üç ayları dinimizin ifade ettiği ve gösterdiği şekilde idrak ve ihya etmesi ve bu faziletli zaman dilimlerinin manevi ve ahlaki açıdan olgunlaşması için bir fırsat olduğunun şuurunda olmalıdır.
Rabbim, üç ayları ve mübarek geceleri hakkıyla idrak etmeyi bizlere nasip eylesin!
Cumamız ve Recep, Şa’bân ve Ramazân olan üç aylarımız mübarek olsun.