YAZI- 5
Geldi çattı sonbaharın en güzel günü…
Mevsim Eylül; ayın on ikisi,
Bir hengâme başlıyor gece yarısı,
Radyodan bildiri okuyor kibirlinin birisi,
Duyulunca sesi, kesildi milletin nefesi,
Birazdan bir düdük çalacak,
Bu defa başka bir zulüm başlayacak…
Çok geçmeden duyuldu bu uğursuzun sesi,
Duyulunca düdüğün acı sesi,
Huzursuz etti herkesi,
Artık bundan sonra kıyamet kopacak,
Dünya âlem bu darbeyi duyacak!
Çok geçmeden damlardan gelmeye başladı postal sesi,
Rap, rap, rap…
Bir sabah uykusunda, topladılar herkesi,
Gençlerin ensesinde askerlerin nefesi,
Aldılar evlerden bir bir erkek olan herkesi,
Halk, meydanlara alındı; aç, susuz, yoklarla,
Askerler bekler sahada; ellerinde coplarla,
Radyoda Hasan Mutlucan türküleri;
Televizyonlarda Kenan Evren silueti,
Ve Milli Güvenlik Konseyi hepsi bir arada;
“Netekim” Kenan başlıyor elindeki bildiriyi sıralamaya;
“Ey Türk Milleti…”
“… Kalbi bu vatan ve millet için atan…”
“ … Aynı dini ve milli değerleri paylaşan…”
“… Ordu yönetime el koymak zorunda kalmıştır.”
Nokta.
Halkın kaderini çizmişlerdi;
Her şey yazıyordu ellerindeki not’ta,
Darbe oldu; ordu yönetime el koydu!
Bu arada yaş on dokuz oldu…
Halk alanları doldurdu;
Çember içine alınan gençler,
Asker Kontrolünde; silâh gölgesinde bekler,
Saatler geçer, insanlar aç, susuz bekler de bekler…
Dillerde akşamdan kalma küfürler…
Nihayet saatler sonra Jandarma komutanlığı önünde;
Görülür mavi bir minibüs,
Başlar, dörder guruplar halinde geçişler,
Ve bir müddet minibüsün önünde kısa bir duruş,
Şansın yaver giderse;
Sırat köprüsünden geçer gibi; olur sana kurtuluş,
Şans işlemezse alırlar seni aradan;
Kaybederler seni birazdan,
Ve kör karanlığa kurban eder,
Alıp götürürler buradan,
Faili meçhule gidersin sonradan…
Başlar bu kez; sıkıyönetim, cezaevi, gözaltılar;
Dayaklar, işkenceler, kayıplar,
Anan gözü yaşlı, evde seni bekler;
Hiç durmadan ismini sayıklar!
Bu kez başlar ispiyonlar, iftiralar, karalamalar…
Cuntaya yaranmak için kendini satanlar,
Hayınlar, kurnazlar, vıcık vıcık yağcılar…
Başlar bu kez evler, köyler, iş yerleri basmalar;
Ardından yağmalamalar…
Karartılar güneşi, kan ile tutuşturdular ateşi,
Ne kadın dediler ne erkek;
Yaktılar ateşler içinde herkesi.
Böylece bir nesli yok ettiler;
Bir şehri, bir ülkeyi…
Kopardılar dalından, kuruttular çiçeği,
Aç bıraktılar,
Kopardılar elleri,
Ve kestiler bacakları,
Kör ettiler gözleri,
Yarım bıraktılar herkesi,
Kursağından aldılar hevesi.
Sonra şehri terk etmeler,
Ev boşaltmalar, köy boşaltmalar;
Ardından sürgünler,
Ve bu cehennemi yerden kaçmalar…
Kaçarken ardına bakmadan koşmalar…
Otuz beş bin nüfus kısa zamanda düşer yirmi bine,
Nüfusun yarısına yakını gider büyük şehire,
Sırtını yaslar varoşların bulunduğu yere,
Bu kez başka sorunlar başlar,
Düşer başın dertten derde,
Başını vurursun yerde yere,
Bilmeden girersin çıkılmaz bir girdap içine,
Savrulup gidersin bir bilinmeze,
Sonu mu?
Onu ancak Allah bile.
Yani üç aşağı beş yukarı,
Kötü bir zaman geçirdi Siverek uşağı…