Gece geç saatlerde uykunuz kaçtı. Bir ölüm korkusu sardı sizi. Ve tarumar oldunuz, “Ben gidiyorum bu dünyadan” diye. Hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahroluyorsunuz. Yâda yaptığınız kötülüklerin altında ezilircesine silik ve berbat bir ruh halinin zifiri karanlığında dolaşan azap gören bedeninizle… Canınız yandı, alevler içerisinde kavruldu ruhunuz. Hayatın kıymetini bilmediniz. Vicdanınızı sorgulamadınız. Hayatınız, sevdalarınız yarım kaldı. Uğruna her şeyinizi feda ettiğiniz mal, mülk, makam ve saltanatınız yarım kaldı. Her şeyinizi, ama her şeyinizi yarım bırakıp gitmek üzeresiniz. Eşinizi, çocuğunuzu, dostlarınızı ve belki kaçamak yaptığınız sevgilinizi… Doyamadınız bu dünyaya… Sonra kan ter içinde hüzün ve korku ile uyandınız. Ve kendinizi yatağınızda gördünüz. Şükür ettiniz ve kendinizden kaçtınız. Şimdi hayatın kıymetini anladınız(mı)?
İşte böyle bir haleti ruhiye içerisinde kendimizi, çevremizi, vücudumuzu, gücümüzü ve kudretimizi ne kadar tanıyoruz? Niçin yaşıyoruz? Biz kimiz, nedir gayemiz? Kendimizi tanımak için bütün şartlarımızı gözden geçirerek sorgulamalıyız kendimizi. Bazen insan hayatının belli evrelerinde yabancılaşır, küser dünyaya. Kopar yaşadığı hayattan, ne yapacağını bilmez. Aynı dilin yanlış anlaşılmaya müsait birçok lehçesiyle konuşur kendi kendine. Suskun yüzüyle bir hayatı yakacak kadar kızgındır yüreği. Duruşunu kaybeder bazen insan. O zaman dayatmalar başlar yönlendirmelere. Hayatı kendi olmaktan çıkmıştır. Ve teslim olmuştur hayatın acımasız çarkına. Ama var mı teslim olmak hayatın çarkına, ihtişamına, saltanatına. Yüreğimizdeki ihanetin hesabını sorgulamalıyız. Ne olursa olsun sizi başkasının yönlendirmesine izin vermeyiniz. Vicdanınızın sesine kulak veriniz ve ruhunuzu o yöne yönlendiriniz. Ruhunuzu başkalarına teslim ederek kirletmeyin benliğinizi.
Hayatı başka insanlarla paylaşmayı bilmeliyiz. Dünya bir sahnedir, bizlerde birer oyuncu. Rolümüzü bilmeli ve iyi rollerde oynamalıyız. Gerçek hayatta da rol yapmıyor muyuz? Bildiğimiz tüm özelliklerimizi ve gücümüzü insanların ortak paydada buluştuğu faydalara yönlendirmeliyiz. Ve bir gün bu dünyadan göç edeceğimizi, her şeyimizi geride bırakarak bir daha geriye dönmemek üzere gideceğimizi bildiğimiz halde neyin hesabını yapmamızı iyi bilmeliyiz.
Sevgi, sabır ve hoşgörü ile bilgimizi ve çabamızı prensiplerimizden taviz vermeden hayatımıza koyabilmişsek, bilin ki bu dünyadaki tüm sevdiklerimizi bırakarak gitsek dahi uğrayacağımız mekanda daha iyi şeylerle karşılaşacağımızdan kuşkunuz olmasın. Yeter ki ruhunuzu temiz tutun. Ve ders çıkarmak üzere aşağıdaki hikâyeyi okuyun.
KRAL VE “DÖRT”EŞİ
Bir zamanlar büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi vardı. Kral en çok dördüncü eşini severdi. Eşinin bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verirdi. Kral üçüncü eşini de çok severdi. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrerdi. Kral ikinci eşini de severdi. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa her zaman onun yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek olurdu. Kralın birinci eşi kraliçeydi. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına karşın kral birinci eşini sevmez ve onunla hiç ilgilenmezdi.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalandı. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölümü kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istedi. Kral en çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendisine eşlik etmek ister mi? Diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplandı. Kısa ve net olan bu yanıt, “Mümkün değil” oldu. “Yaşamım boyunca seni sevdim, benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin? Sorusuna üçüncü eşi,“Hayır, yaşam çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim.”diye yanıtladı. Kral bir kez daha yıkıldı. “Her sorunumda her zaman yanımda olan, bana yardım eden sendin. Bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?” Talebine karşın ikinci eşinden, “Bu sorunun için hiçbir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım” karşılığını aldı.
Büyük bir düş kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesiyle irkildi:
“Nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim” Kral bu yanıt karşısında çok şaşırdı ve kendi kendine şöyle dedi: “Keşke bir şansım daha olsaydı…”
Evet, yaşamda hepimiz dört eşliyiz. Dördüncü eşimiz vücudumuz; onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır. İkinci eş ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır. Birinci eş ise RUHUMUZDUR.
"Bir Yanım Siverek" adlı kitabımdan...