KIYMALICI DELİ REMO

Hasan Baydilli
Hasan Baydilli
KIYMALICI DELİ REMO
10-11-2023

Biraz da nostalli…
Siverekli Şair İbrahim Rafet ne güzel ifade etmiş Siverek'i. Bakın şu dörtlüğe;
Bir kuluna gadap eylerse hüdası,
Anın yeri olur Siverek kazası.
Ahirette yok ızdırabın intihası,
Dünyada budur anın cezası.
Kimler geldi kimler geçti bu bahtı, taşı, toprağı kara Siverek'ten. Ne bilim adamları, sanatçılar, aydınlar, paşalar, devlet adamları, nice veliler nice deliler… Siverek'in engin tarihi ve köklü geçmişini de bırakıyorum bir tarafa. Benim için önemli olan sıfatlardan ziyade; yaşantısı, renkli kişiliği ve pratik zekâsı ile topluma faydalı olan ve toplumda iz bırakarak unutulmaya yüz tutan değerli şahsiyetleri(deli de olsa)unutturmamak adına, onları gün yüzüne çıkararak yazılarımda yaşatmaktır. Bu nedenle; renkli ve bir o kadar hareketli kişiliği ile unutulmayanlar arasına giren rahmetli Qıymalıcı (lahmacuncu) deli Remo'yu yazmaya karar verdim. Siz bakmayın kendisine deli Remo denmesine, akli dengesini yitirmediği dönemlerde ondan daha düzgün Türkçeyle konuşan, beyefendi, kibar ve temiz giyinen zor bulunurdu Siverek'te. Qıymalının “lahmacun” olduğunu ifade edeyim öncelikle. “Remo”nun da Ramazan'ın kısaltılmış olduğunu. Deli Remo lahmacun satarak geçimini sağlayan, çok şık giyinen, kibar Türkçesiyle İstanbul beyefendilerini andırın bir kişilikti. Bazen akli melekeleri kaybolunca dengesini kaybeder ne yaptığını kendiside bilmezdi. Şeytan küçesinin bitimindeki köşede, şimdiki Akbank'ın veya kasaplar çarşısının karşısında; tahta direkten yapılmış üçayaklı tezgâh üzerinde kurmuş olduğu siniye doldurduğu mis gibi lahmacunları satarak geçimini sağlardı. Lahmacunu çok güzel yapar, kokusu her tarafa yayılırdı, yiyemeyenler iç çekerek yoluna devam ederdi…
Lahmacun deyip geçmeyin haa, nadiren de olsa, her ne kadar evlerde yapılsa da lahmacunu(nané goşt) çok zaman tezgâhlarda görürdük. Belki şimdilerde pek aranmıyor ama lahmacunu katık yaparak ekmekle yiyen çok insan gördük ve duyduk. Çocukluğumuz döneminde her evde istendiği zaman lahmacun yapılamazdı. Çünkü hem pahalı olduğu hem de çok yendiği için yoksul ve kalabalık aileler kolay kolay lahmacunu göremezlerdi. Çoğu kez lahmacunun kokusu Remo ustanın tezgâhında alınırdı!
Bir de komşumuz (o da rahmetli oldu) Qıymalıcı İzzet abi vardı. Bitişik komşumuz olduğu için sabahlara kadar tahta üzerinde et ve soğan doğrama sesi duyabiliyorduk. Her şeye rağmen yine de o günler çok güzeldi… Ramazan ve İzzet ustanın lahmacun satarken karşılıklı atışmalarını unutmak mümkün değildi. Çocuk sayılırdım. Ramazan ustanın mis gibi sıcak ve incecik lahmacunları eline alarak kavis çizdirmek suretiyle havaya atıp, tekrar avucunun içine alarak kibar Türkçesi ve gür sesiyle “qıymalııı, nané goşt, 67 vilayeti gezmiş yiyecek maddelerinden birinciliği kazanmıştır” demesi müşterilerin başına üşüşmesi için yeterliydi.
Ramazan usta bekârdı, çalışıp terleyince günde iki-üç kez kıyafet değiştirirdi. Bazen takım elbise ile çalışırdı. Çok güzel giyinir, İstanbul Türkçesi ile çok kibar konuşurdu. Nereli olduğunu araştırdım. Çünkü merak etmiştim. Bir Siverekli İstanbul Türkçesiyle bu kadar düzgün konuşamazdı. Ama yanılmıştım, ramazan usta Siverekliydi ve yalnız yaşıyordu. Ancak, uzun süre İstanbul da kalmış, tekrar Siverek'e dönmüştü. Tek arzuladığı şey Siverekli biriyle evlenerek yuva kurmaktı ama o da olmadı. Deli Remo'ya kimse kızını vermemişti.
Çok kızdığı zamanlar ellerini arkaya bağlayıp, Hürriyet Caddesini baştan aşağı dolaşarak anlaşılmaz bir dille küfür ederdi. Tabi kimse küfürleri üzerine almaz, olumsuz tepki göstermezdi kendisine. Kafasına estiği zaman doğal olarak anormal hareketlerde bulunurdu usta Remo. Bir gün Ofisle Üçgen parkının arasında bulunan ana caddede ayakkabısını çıkarmış, kıbleye dönmüş asfalt üzerinde namaz kılmaya çalışıyor. Bunu gören Kara Ahmo matrak olsun diye hemen yanına giderek ayakkabısını çıkarıp Remo ustanın yanında safa katılıyor. Secdeye giderken Kara Ahmo kafasını deli Remo'ya değdiriyor. Deli Remo rükûa geçerek sağa sola bakmadan ve namazına devam ederek hiç istifini bozmadan yine İstanbul Türkçesiyle “Ulan a… s… Allahın huzurundayım, ne istiyorsun benden?” diyince Kara Ahmo ayakkabısını alıp arkasına bakmadan kaçıyor. Üç gün sonra Karakeçi Camiinin önünde Kara Ahmo'yu görüyor ve yakasına yapışıyor. Kara Ahmo, “Remezan abi vallahi o kişi ben değildim, benim ikiz kardeşim var, herhalde oydu. O puştu akşam babama söylerim” diyerek paçayı kurtarmaya çalışıyor. Ancak deli Remo, Kara Ahmo'nun yalan söylediğini biliyor ve lafı çakıyor ona, “ne o ulan, yoksa ikizin olduğunu mu bana inandıracaksın” demeyi de ihmal etmiyor.
Usta Remo bir gece Başak Kulübünde (kulüp Hükümet Konağının karşısındaydı) alabildiğince içiyor. Vakit gece yarısı olmuş, kalkıp eve giderken o iri cüssesi Derviş'in kıraathanesi önünde yere devriliyor. Çok içkili ve gövdesi ağır olduğu için yerinden kalkamıyor. Sabaha kadar yağan kar üzerini kapatıyor. Sabah işine gidenler, caddenin ortasında kar kümesini görünce merakla yaklaşıyorlar. Yan taraftan kar kümesi içerisin de bir elin çıktığını görüyorlar. Hemen elleriyle kar kümesini açıyorlar. Bakıyorlar ki bir insan bedeni! Dikkatlice bakıyorlar, içlerinden bir tanıyor, “bu bizim deli Remezandır.” kalbini dinliyorlar, silkeliyorlar, uyansın diye tokat atıyorlar ancak, nafile…“ölmüş” diyor birisi vah, vah, vah… Zavallı deli Remo ölmüştü! Hemen Ulu Camiden bir salaca(tabut)getiriyorlar. Zemheri soğuk bir kış sabahı, her taraf buz tutmuş. Aceleden ölüyü tabuta ters yerleştiriyorlar. Tabut kaldırılmaya çalışılırken sıkışma da olunca kan dolaşımından olacak ki usta Remo birdenbire canlanıyor. Hiç bir şey olmamış gibi tabuttan çıkıyor. Mahmur gözlerle etrafını süzdükten sonra tabuttan uzaklaşanlara yine kibar Türkçesiyle “Ulan i… Siverekliler beni sağ sağ nereye götürüyordunuz?” diyerek küfürler savurup tepkisini ortaya koyuyor.
Remo usta lahmacunlarını sattıktan sonra bazen soluğu Vahit Niğit'in “Şato” adlı birahanesinde alırdı. Kazandığının çoğunu içkiye verirdi. Sürekli gider orada içkisini içerdi. Her oturuşundan sonra arkasından Ali Ballı (kanık) gelir Remezan ustanın masasına damlardı. “usta para senden şeref benden” diyerek masrafı usta Remo'ya yüklüyordu. Çevresi, “Remezan usta bu Ali Kanık her zaman gelip senin masanda yiyor, içiyor hesabı da sana ödetiyor. Seni enayi yerine koyuyor” diyince usta kafasına koyuyor. Ama aynı şeyi o da ona yapacak. Ali Kanık'ı takip ediyor, mehtap kıraathanesinde Ali Kanık'ın oturduğu masaya gidip misafir oluyor, “Ali Kanık ben geldim, bu defa şeref benden, para senden” deyince tabi ki masanın şeref konuğu oluyor.
Yine bir gün Urfa'da Siverek amatör küme maçından sonra Urfa-Burdur spor maçı var. Siverekliler kendi maçları bittikten sonra haliyle Urfa taraftarlarının bulunduğu tribünde yerlerini almışlar. Seyircilerin içinde usta Remo'da var. Maç başlıyor, tüm Urfa spor taraftarları Urfa, Urfa, Urfa diye tezahürat yapıyor. Sessizlik hâkim olunca bu defa Remo usta ayağı kalkarak o davudi sesiyle Burdur, Burdur, Burdur diye bağırınca tüm Urfalı seyircileri hiddetle Remo ustaya taraf bakıyor. O esnada Urfa'nın amigosu Mehmi bu kadar Urfa sporlu seyirci içerisinde cesaret gösterip korkusuzca Burdur sporun tezahüratını yapan adama yaklaşarak tebrik etmek istemiş. Amigo Mehmi yaklaşınca üstüne üstlük deli Remo'dan bir de Osmanlı tokadı yemiş. Kavga çıkmadan araya girenler Remezan ustanın akli dengesinin yerinde olmadığını söylemeleri üzerine ortalık sakinleşmiş.
Remo usta bir gün hastalanıyor, sevenleri çok. Bekâr evi tıklım tıklım doluyor. Gelenler oturacak yer bulamıyor. Gelen misafirlerden birisi de dönemin Belediye Başkanı A.Kadir Odabaşı. Usta Remo başkanı görünce “Ulan Abdulkadir benim de şanım şerefim var, eve elli-yüz tane sandalye gönder” diyor. Tabi orada bulunan herkes ramazan ustaya hak veriyor. Başkan, Remezan ustanın dediğini hemen yerine getiriyor.
Zaman zaman akli dengesi ciddi anlamda bozulan Remo ustayı Elazığ Ruh ve sinir Hastalıkları Hastanesine yatırırlardı. İlaç kullanıyordu. Hastalanınca çevreye zarar vermesin diye emniyet güçlerince Elazığ'a gönderilirdi. Bir süre tımarhanede kalıp tekrar çıkarılıyordu. Kimsesi olmadığı için tımarhaneye götürülürken erken çıkarılsın diye arkadaşı Abi Ahmet'e haber gönderiyordu. Abi Ahmet'te üç-beş gün sonra Elazığ'a gidip “akrabasıyım” diyerek deli Remo'yu hastaneden çıkarıyordu. Tabi bunu para karşılığı yapıyordu, bu da hayatın bir cilvesiydi! Son olarak tımarhanede bir gurup deli arkadaşı tarafından ameliyat edilerek öldürüldüğü söylentileri üzerine yapmış olduğum araştırmalarda bunun gerçek olmadığını, kıymalıcı deli Remonun benim de muzdarip olduğum böbrek hastalığından dolayı vefat ettiğidir. Deli Remolar memleketimizin unutulmazlarıdır. Siverek'in cefasını çekti, inşallah ebedi mekânında rahat uyuyordur.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?