NETEKİM! BİR 12 EYLÜL SABAHI

Hasan Baydilli
Hasan Baydilli
NETEKİM! BİR 12 EYLÜL SABAHI
12-09-2023

        Eylül ayı mevsimlerin en güzel ayıdır benim için. Ne çok sıcak, ne çok soğuk olur. Gökyüzü tüm haşmetiyle gösterir kendini, genelde iyi geçer bu sonbahar mevsimi. Bazen fırtınalar kopmaz, yapraklar düşmezse… 12 Eylül 1980. Yani ordunun yönetime el koyduğu gün. Başka bir ifade ile demokrasinin askere havale edilerek askıya alındığı gün.

  Gençliğimin en güzel çağındayım. 18-19 yaşlarında, liseyi yeni bitirmişim. Pırıl pırıl, güneş alabildiğince parlak doğmuştu o gün. Sabah saat: 08.00 sıraları. Tüm Türkiye de olduğu gibi Siverek'te de tarihi bir gün yaşanıyordu. Evimizin damından (eski Siverek evlerinin çatı katı tahta direk ve topraktan yapılırdı, bu evlere dam denirdi) gelen gürültülerle avluya (ev içinde bulunan bahçe) çıkarak yüzümü dama taraf yönelttim. Deprem mi oluyordu acaba? Hayır deprem olmuyordu. Gördük ki askerler ellerindeki tüfeklerle damda her tarafı kontrol altına almışlar. Sadece bizim ev değil, tüm mahalle, tüm Siverek bu şekilde kontrol altına alınmış. Anlayacağınız bu bir postal depremi idi (!)Türkiye için yeni bir sayfa açılıyordu. Ve damın üstündeki görevli subay veya astsubayın gür, sert ve kararlı sesi, “Kimse dışarı çıkmasın, arama yapılacak.”Tahta direkten yapılmış merdivenlerden alelacele indiler avluya askerler. Tüm odalar, maskanlar (kilerler), tuvaletlere kadar evin her köşesi didik didik arandı. Kanunsuz hiçbir şey yoktu ki bulunsun evimizde. Sadece okuduğum kitaplar vardı, onlarda yasal kitaplardı. Tüm servetim bir koli kitaptı zaten. 12 Eylülden 2-3 ay önce, ne hikmetse onları da korkudan yakmıştım. O kitaplar aklıma geldi, iyi ki yakmışım diye düşündüm, yoksa bir bahaneyle kitap suçlusu olarak belki sonum iyi gelmeyebilirdi!

    Neyse “Tüm erkekler elbiselerini giysin, bizimle birlikte gelecekler” diye komutanın gür sesi ile irkildik. “Nereye, ne oldu ki?”diyecek oldum. Yine aynı kararlılıkla “Soru sorma, önümüze düşün” diyen komutanın talimatı ile askerler evin erkeklerini önüne katarak tam sokağa çıkacakken, ürkek ve çekingen bir halde, “Babam yaşlıdır, bari onu götürmeyin” diyecek oldum. Babam 76 yaşında idi o zaman. Komutan bana ters ters bakarak “Herkes gelecek” dedi. Şimdi hatırlamıyorum ama zannedersem babamın evde kalmasına izin vermişlerdi. Askerlerle birlikte sokağa çıktık. Acaba nereye götürüyorlar diye içimden geçiriyordum. Bir suçumuz yoktu, kanunsuz bir eylemin içine girmemiştik, hiç mahkeme yüzü görmemiştik. Bu neyin nesiydi? Sanki azılı bir mahkum, bir kaçak gibi askerlerin arasında olmak beni çok üzmüştü o gün! Sokak aralarından Atatürk anıtına (şimdiki İlçe Jandarma Komutanlığı karşısında bulunan alan) geldik. Ne göreyim! Mahallemizin tüm erkeklerini bu alana toplamışlar. Yalnız olmadığım için biraz rahatladım, sevinmiştim. Sonradan duydum bu gün 12.Eylülmüş. Askerler darbe yapmış, yönetime el koymuşlar, bu yüzden bizi buraya getirmişler. Bu şekilde Siverek genelinde 4-5 toplama yerleri kurulmuş, tüm Siverekliler kendi bölgelerindeki alanlarda toplatılmış.

   Alanın etrafı askerlerle çevrilmişti. Hava çok sıcaktı. Alandaki insanların bir kısmı yerlere çökmüş taş ve beton üzerine oturuyor, bir kısmı ise ayakta korku ve endişe ile çevreyi seyrediyordu. Bende o kalabalığın içinde yerimi aldım. Sanki başka ülkeden göç etmiş mülteciler gibi! Çoluk çocuğunu, babasını, eşini, kardeşini, akrabasını merak eden kadın ve çocuklar yavaş yavaş alanın etrafına doldurmaya başlamışlardı. Kimi su getirmiş, kimisi ekmek peynir ulaştırmak istiyor alandaki yakınlarına. Ancak askerin engeli ile karşı karşıya kalıyorlardı. Çünkü yasaktı! Kesin emir vardı, alana yiyecek ve içecek alınmayacaktı. Vakit öğlene geliyor, insanlar açlık ve susuzluktan kırılacak ancak, hiç bir hareket yok uğultudan başka. Ne olacaktı, bu kadar insanı ne yapacaklardı? Niye buraya getirildik, suçumuz neydi diye neredeyse isyan noktasına gelmişti insanlar. Derken, bir anons işitildi: “Herkes dörder guruplar halinde önüne bakarak İlçe Jandarma Komutanlığının önünden geçecek, geçiş sırasında sağa sola bakmak yasaktır!”

   Alanın karşısında bulunan İlçe Jandarma Komutanlığının önünde mavi renkli bir minibüs içerisinde yüzleri sarılı 3-4 kişi oturuyor. Gurupların geçiş faslı başladı, sıra bize gelene kadar meraklı ve kuşkulu bir şekilde bizde uzaktan izliyoruz. Minibüsün içinde yüzü bağlı olanlardan birinin işareti üzerine gurup içerisindeki kişi veya kişiler ayıklanıyor, diğerleri ise serbest bırakılıyordu. Nihayet sıra bana da geldi, korkuyorum, ya bir yanlışlığa kurban gitsem diye düşünüyorum. İçinde bulunduğum gurupla heyecanlı bir şekilde minibüsün önünden geçtik. Bereket, bir yere takılmadan geçtik. Artık o gün özgür kalmıştım, sevinçliydim! Ya geçiş sırasında ayıklanan insanlar. İşte onlara da çok üzüldüm…

Nitekim 12 Eylülle birlikte bir perde kapandı başka bir perde açıldı. Kimisi için beyaz, kimisi için kara bir perde… Ve 12 Eylülü yaratan sebepler: Pis bir inat ve rant uğruna yıllarca anarşi, terör, sağ-sol denilerek yüzlerce insanımız birbirine düşürüldü, fidan gibi gençler toprağa düştü! Kardeş kavgası çıkarılarak kaos ortamı yaratıldı. Türkiye kan gölüne çevrilmişti 12.Eylülden önce… Çok acılar çekildi, birçok bedeller ödendi, yuvalar yıkıldı, çocuklar babasız kaldı, suçsuz günahsız insanlar hiç yerine kim vurduya gitti. Peki, o yılların hesabını kim verecek? Ve 12 Eylül; sadece düşüncesinden ve inanarak yaşadığı ideolojisinden dolayı darağacına gidenler, ceza evine giren binlerce insan, ölenler, sakat kalanlar, vatanını, toprağını, yuvasını terk ederek mülteci duruma düşenler, işkence görenler, travma yaşayanlar…

Ne günde onlarca insanın öldürülerek ülkemizin kan gölüne gelmesine sebep olan, siyasal ve toplumsal şiddetin yaşandığı 12 Eylül öncesini, nede demokrasinin sekteye uğratılarak, düşünmekten korkan bir toplum yaratarak özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelen 12 Eylülleri istiyoruz. Çünkü ödenen bedellerden sonra geriye acılar, gözyaşı, travma ve idam sehpaları kaldı. Ve birçok değerlerimiz de bununla birlikte yok oldu gitti…

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?